• Sınıf Seçiniz

  • Branş Seçiniz

  • İçerik Türü

  • Ara

Milliyetçilik Hakkında

Milliyetçilik

Prof. Dr. Kurtkan, modern sosyolojinin milliyet duygusunu nasıl tarif ettiği üzerinde durur: “Milliyet duygusu kalabalık coşkunluğundan farklıdır. Buhran zamanlarında kalabalığı peşinden sürükleyen maceraperestlerin teşebbüsleri heyecanlı bir hava yaratabilir ve aynı gayede birleşmiş olmayan fertlerin gelip geçici bir heyecanla bu tip hareketlere iştirakini temin edebilir. Ancak bu gelip geçici bir histir; uzun vadeli ve şuurlu olan milliyet duygusundan farklıdır. ’

Milliyet duygusu milletlerarası birliğin ve sulhun kurulabilmesi için de şarttır. Birlik şuuru, önce millî hudutlar içinde sağlanmadıkça milletlerarası birlik ve cemaat dayanışmasının kurulabilmesi mümkün olmaz. Bunun içindir ki, millî şuuru aşılayan fikirlere öncelik verilmesi sosyal çözülme atmosferi içinde bulunan memleketlerde mühim bir şart hâlini almaktadır.

Prof. Dr. Kurtkan, milliyet duygusunun demokratik bir duygu olduğunu belirterek şöyle der: “Bu karakteristik vasfı dolayısıyla milliyet hissi, hususi vasıflanna ve alakalanna dayanmaksızın, bir milletin (millî yükselişi ve en yüksek ideal olarak benimsemiş bulunan) bütün azalannı içine alır. Bu hâlde bu duygu hiçbir mertebeyi, hiçbir hiyerarşiyi kabul etmez. Emredene olduğu kadar alana da, okumuşa olduğu kadar cahile de, muhafazakâra olduğu kadar reformiste de ait olması gerekir. Eğer bu insanlar birbirinden farklı olan durumlarına ve değişik temayüllerine rağmen bu temayüllere millî varlığın yükselmesi için (samimî olarak) yönelmiş bulunuyorlarsa bunların hepsini milliyet duygusuna sahip fertler telakki etmeliyiz. Fakat bunlardan bazıları menfaat karşılığında gizli ve millî varlığı yıpratıcı teşekküllere aza olmuşlarsa, millî birliğin ve dayanışma şuurunun gerçekleşmesi bakımından en büyük zarar ve tehlikeyi bizzat bu fertlerin teşkil ettikleri ifade edilebilir.” (A. Kurtkan, Türkiye’de Milli Birliği Bozan Ayrılık / (Aleui  Sünni Aynlığı), Türk Dünyası Araş. Vak. Y., İstanbul, 1991.)

Milliyetçiliğin karşısında “ulusçuluk” kelimesi çıkarılmıştır. Âmiran Kurtkan’ın belirttiği gibi, ülkemizde bazı kesimler “milliyetçiliğin ne olmadığı” üzerinde durmuşlar ve şematik görüşler ortaya atmışlardır. Milliyetçiliği bu kesimin tarifi içinde değerlendirirsek, ilmlliğe de aykırılık ortaya çıkar. Orhan Hançerlioğlu’nun “Felsefe Sözlüğü”hde aynen şu tarif vardır:

“Ulusçuluk. Bir ulusu yeğleyen öğretilerin genel adı… ülusçuluk, ulus olarak insanlığı ve evren olarak evreni tanıyan evrenselliğe karşı (kozmopolitizm) bir ulusu yeğlemek anlamındadır. Kendi ulusunu sevmek ve onu yüceltmeye çalışmak gibi ılımlı olanlarından kendi ırkını bütün dünyaya egemen kılmak gibi aşırı olanlarına kadar bir ulusu yeğleyen bütün öğretileri kapsar… Feodal üretim düzenine uygun düşen dinselümmetçi topluluklar, ekonomik çıkarların ulusal pazarlar çerçevesinde birleşmesiyle uluslara ayrılmışlardır.” (O. Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, 4. bs., İstanbul, 1977.)

Völkisch (Kana veya Kafatasına Dayanan Irkçılık)

Hitler’in fikir sistematiğinin önemli kaynaklarından biri de kendisinin çok fazla anlamlar yüklediği ırk ve buna yakın düşünüşleri çağrıştıran Völkisch ile ilgili açıklamaları şöyle dir: “Völkisch terimi açık olarak tarif edilmemiştir, çok değişik şekillerde yorumlanabilir ve pratikte ‘din’ kelimesi kadar çok kullanılır. Bu sıfata nazari olarak da, tatbikî olarak da kesin bir mana verilmiş değildir. ‘Din’ terimi ancak kendi tatbikat sahasında bir şekille ilgili olarak idrak edilir. Bir insanın tabiatını belirtmek için ‘çok dindar’ dediğimiz zaman, bu, çok güzel bir takdirdir. Böylesine evrensel bir takdiri şüphesiz başka bir sıfatla belirtemeyiz. Hatta bazıları için bu takdir, az çok net bir şekilde ruhun hâlini belli eder. Fakat büyük kitle yalnız filozoflardan ve azizlerden oluşmamıştır. Tamamen genel olan böyle dinî bir fikir her ferde çok defa düşünce ve hürriyet hareketi verecektir.

îman, insanı bir yandan rahat ve hayvani bir hayat seviyesinin üzerine yükseltirken, bir yandan da onun mevcudiyetini kuvvetlendirmesine, güvenlik altına almasına yardım eder. Völkisch sıfatı için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu terimde de çeşitli temel kavramlar mevcuttur. Fakat çok önemli olmalarına rağmen çok kötü tarif edilmişlerdir. Onun için, bir siyasi parti tarafından temel prensipler olarak ele alınmadıkça, kabul edilmiş basit bir kanaat değerinin üstüne yükselemezler. Çünkü teorik bir idealin gerçekleşmesi ve onun mantıki sonuçları, insanların basit duyularının veya sadece iç iradelerinin bir verisi değildir, hürriyetin ele geçirilmesi bu duruma yönelmiş evrensel bir ilhamdan gelmez. Ancak bağımsızlık istikametindeki ideal itici bir savaş organizasyonu ve askerî kuvvet hâlini alınca, milletin şiddetli arzusu harikulade bir gerçek hâline dönüşebilir.” (Kavgam)

“Hareketimizi temellendirirken yapacağımız ilk iş, parlamenter çıkarları koruyan bir şirket hâline gelmeyecek, son derece yüksek inançlı askerlerden oluşan bir birlik meydana getirmek olmalıdır. Alınacak ilk koruma tedbirlerinden biri de bir program hazırlamaktır. Bu program, tabiatındaki temayüller ve onun genişliği yüzünden gerekmektedir.” (Kaugam)

Hitler, Völkisch (Irksal) kavramının analizini yaptıktan sonra ideal olanı şöyle özetler: “Böylece, insanlığı sevk edecek ve ona yol gösteren bir yıldız vazifesi görecek olan ebedt ideal, maalesef, insanın yetersizliği yüzünden daha ilk anda fırtınaya yakalanmaması için, aynı insanlığın zaaflarını da kabul etmek zorunda kalıyor, İlham sahibinin yanına, milletin ruhunu tanıyanını da vermek gerek. Bu İkincisi, ebedî gerçek ve ideal alanından, aciz fanilere erişilecek olanı çıkarıp alacak ve ona bir vücut verecektir. İdeal olarak doğru olan bu felsefî sistemin, bir siyasi inanç topluluğu, sağlam bir şekilde teşkilatlanmış, tek inanç ve tek irade ile canlandırılmış bir mücadele imanı hâline dönüştürülmesi meselenin esasını oluşturur. Bir fikrin zafere ulaştırılması şansları işte bu meselenin hâiline bağlıdır. ” (Kavgam)

“Völkisch kelimesinden gerçek anlamı çıkarmaya çalışırsak şunu tespit etmiş oluruz: Marksist doktrin, bugün umumiyetle kabul edilen felsefî sistemin özüdür. Bu yüzden, buıjuva dediğimiz âlemin ona karşı mücadelesi mümkün değildir, hatta gülünçtür. Çünkü özellikle bu burjuva âlemi bu zehirlerle zehirlenmiştir ve Marksist anlayıştan ancak şahıs meseleleriyle veya nüanslarla ayrılan felsefi bir anlayışa itibar etmektedir. Burjuva âlemi Marksist’tir, fakat Marksizm bu âlemi Yahudi’nin eline geçirmeye azimli iken, burjuva da belli insan gruplarına, yani burjuvaziye hâkim olabileceğini, hâkim durumunu sürdürebileceğini zannediyor.

Völkish kavramı ise insanlığın çeşitli gelişmemiş ırklarına ayrı ayrı değer verir. Prensip olarak o devlette bir tek amaç görür, bu da insan ırklarının devamını temin etmektir. Irkçılık görüşü, ırkların eşitliğini kabul etmez, onların çeşitliliğini, farklı değerde olduklarını kabul eder. Bu anlayışa göre de bu dünyaya hükmeden, ebedî iradeye uyarak ‘en iyi’nin, ‘en kuvvetli’nin zaferi, kötülerin ve zayıfların ise tabii durumda kalmaları için çalışmak zorundadır.” (Kavgam)

Yorum Yazarken Türkçe Kurallarına Uyarak Yazınız Lütfen!

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazının Bağlantısı: Milliyetçilik Hakkında
  • Tarih: 12 Temmuz 2013
  • Yazının Kategorisi: Liderlik Sırları
  • Yazar:
  • Bu yazıyı RSS ile Takip Et
  • Diğer kaynaklarda arayın: Milliyetçilik Hakkında
  • Etiketler:
  • Ana Menü