Bilgi Birikimi

Osmanlı Ordusunda Piyade Sınıfı; Yeniçeriler

Osmanlı İmparatorluğu’nun en gözde birliklerinden oluşan Yeniçeri Ocağı14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür.
Yeniçeriler Türk askeri tarihindeki en etkin savaş gücü olarak bilinir. Yeniçerilerin elit bir savaş gücü olmalarının yanı sıra batılılar tarafından en iyi bilinen ve eleştirilen özellikleri kölelerden oluşturulmuş olmasıdır. Birçok Hıristiyan ülke

esirlerini basitçe öldürürken, Osmanlı devlet sistemi esirleri köleleştirip Müslümanlığa geçmelerini sağlamaya çalışmıştır. Müslümanlaşan köleler ise daha sonraları imparatorluğun belli kademelerinde görev almışlardır. Yeniçeri ordusuna en büyük asker kaynaklarından bir diğeri de, yine Batılıların kabullenemediği devşirme sistemidir. Devşirme sistemi ile bir nevi devlet tarafından evlat edinilen Hıristiyan ailelerin çocukları, Müslümanlaştırıldıktan sonra, ya devlet kademelerinde yüksek makamlara yerleştirilmiş ya da elit askeri birlikleri oluşturmuşlardır. Ancak yeniçerileri bir köle ordusu olarak tanımlamak yanlıştır. Köle kelimesi yerine, Osmanlı sosyal hayatında 17 yy sonlarına kadar bir şeref kabul edilen “kul” sıfatının kullanılması daha doğru olur.

Yeniçeri Ocağının Kökenleri ve Geçirdiği Değişiklikler

Kuruluş dönemi Osmanlı ordusu göz önünde canlandırıldığında akla hemen süvari okçuları gelir. Ancak bu yanlış bir önyargıdır. Osmanlı ordusu o dönemde dağlarda ve ormanlık arazilerde de başarıyla savaşabilecek durumdaydı. 14 yy ortalarında donanmalarını da kurmalarıyla beraber artık deniz operasyonları ve amfibik operasyon yapma kabiliyetini de kazanmıştır. Piyade sınıfı çok etkin bir rol oynamasına rağmen, süvari sınıfı 18 yy’a kadar baskın bir unsur olarak yerini korumuştur. 14 yy’da Osmanlı piyade ve levendlerinin(deniz piyadesi) teşkilatlanmasında Bizans etkisi büyüktür. Dönemin en etkili Bizans birliği “mürtedler” denilen, Bizans ordusuna katılan Türk savaş esirlerinden oluşan okçu birlikleriydi.

Yeniçeri ocağı Orhan Bey döneminde kurulmuştur. Orhan Bey’in askeri danışmanı Ali Paşa, sultanın bu yeni askerlerinin ordunun diğer birliklerinden kolay ayırt edilebilmesi için beyaz börk(başlık) giymeleri önerisinde bulundu. Ordu birlikleri o dönem kırmızı börk giymekteydi.

Yeniçeri ocağına savaşmak üzere alınan ilk esir askerler İpsala’nın fethi sırasında ele geçirilen Bizans esirleriydi. İlk Yeniçeri Ortaları(taburları) bu askerlerden kuruldu ve sultanın avlanmaya çıktığında yanına aldığı birliklere katıldı.

Yeniçeri ocağının bir numaralı asker kaynağı olan devşirme sistemi aslında ilk kez Bizanslılar tarafından, 11 yy’da Arnavutluk bölgesinden bazı çocukların devlet tarafından alınması sırasında kullanılmıştı. Osmanlı’da ise bu fikir 14 yy’da Kara Rüstem isimli alim tarafından ortaya atıldı. Devşirme kanunu gereği ihtiyaca göre üç beş senede ve bazen daha da uzun bir sürede Hıristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve bazen yirmi yaş arasındaki sıhhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oğlanı alınmaya başladı. Bununla beraber 14-18 yaş arasındakiler tercih ediliyordu. Önceleri Rumeli’de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan’dan, daha sonra ise Sırbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan’dan çocuk toplandı. Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin, Yeniçeri Ocağına kayıt ve kabullerine “Çıkma” veya “Kapıya Çıkma” (bedergâh) denirdi. Devşirme usulü, kendi dönem ve zamanına göre iyi bir sonuç vermişti. Bu sonuç hem Osmanlılar, hem de çocuğu devşirilen aileler için faydalı olmuştu. Devlet bitip tükenmeyen savaşlarda duyduğu asker ihtiyacı için Hıristiyan vatandaşlarından istifade ediyordu. Böylece Müslüman Türk tebaa azınlığa düşmüyordu. Sistem Yeniçeri ocağı için hayati bir öneme sahipti ancak Fetret Devri sırasında uygulanmadı. 2.Murat devşirme sistemini yeniden canlandırdı ve Yeniçerileri doğu ve batıdaki operasyonlarda kullandı. Ondan sonra gelen Fatih Sultan Mehmet ise İstanbul’un fethinin ardından Yeniçerilerin ücretlerini arttırdı ve onları ordunun çekirdek birimi haline getirdi. 14 yy’da 1000’i geçmeyen yeniçerilerin sayısı, 1475 yılında 6000 idi. Sayıları Fatih döneminde 3 tümendi. Kanuni’nin fetihlerde kullandığı 87927 mevcutlu ordusunun 37627 askeri yeniçeri, süvari ve diğer istihkam sınıflarındandı. 1683 yılındaki başarısız Viyana kuşatması sonrası ele geçirilen Osmanlı belgeleri, kuşatma birliklerinin dörtte birinin yeniçerilerden oluştuğunu gösteriyordu. Sonraları bozgunlar arttıkça, yeniçeri sayısı azaltıldı. 18 yy ortalarında Osmanlı ordusunda 113400 yeniçeri vardı. Ancak bunların 12000’i bostancı, 50000’i levend, 3000’i Mısırlı yardımcı piyade ve 6000’i de diğer türde yardımcı kuvvetlerdi. Yani sadece 42400 normal yeniçeri savaşçısı vardı. Bu arada azap ve levend birliklerinin 18 yy’ın ortalarına kadar çok etkili deniz piyadesi birlikleri olduklarını söylemekte fayda var. Bu birlikler Orhan Bey döneminde Karesioğulları beyliğinin alınıp, donanmalarının ele geçirilmesiyle kurulmuş ve Osmanlı sahillerini Avrupa’dan gelen tehditlere karşı korumuşlardır.

Avrupa’da devletler ordularının efendisi konumundaydı. Osmanlıda ise sultan ordunun efendisiydi. Sultan elindeki köle kullarının üzerindeki efendiliği sayesinde orduya nüfuz ediyordu. Ancak 18 yy’a gelindiğinde artık ordu devamlı bozguna uğradığından yeniçeri ocağı eksilen mevcudunu yetersiz kimseler ile karşılama yoluna gitti. Ocak gittikçe siyasileşti ve devlet kararlarına hükmetmeye başladı. Böylece Ordu devletin efendisi konumuna geldi. Bu gidişe 15 Haziran 1826’da 2. Mahmut dur dedi ve yeniçeri ocağını kapattı.

Asker Alımı ve Eğitim

Yeniçeri ocağının en önemli asker kaynağı olan devşirme sistemi, dönemin Hıristiyan dünyasında Hıristiyan nüfusun İslam dinine geçirilmesi sebebiyle hoş karşılanmadığı gibi, bazı Osmanlı alimleri tarafından da Sultanın gayri Müslim kullarına yapılan bir haksızlık olarak görülmekteydi. Devşirme sisteminin devlet tarafından dayandırıldığı en önemli noktalardan biri ise Hz. Muhammet tarafından söylenen: “Bütün insanlar Müslüman doğar” hadisiydi. Osmanlı devlet politikasının öncelikli amacı ilay-ı kelimetullah yani İslamiyet’in yayılması olduğu için, bu olay o kadar da aykırı gözükmemekteydi.

Devşirme sistemiyle, her beş senede bir Balkanlar genelinde çocuk toplama işlemi uygulanırdı. Her 40 evden 1 çocuk alınarak uygulanan prosedür sonucunda bir senede 1000 ila 3000 arasında yeniçeri adayı toplanırdı. Devamlı azalan insan kaynakları yüzünden 16 yy’da Müslümanlar da Yeniçeri Ocağı’na alınmaya başlandılar. Devşirme sistemi, teslim şartlarında bu konuda anlaşmaya varılmış bazı yerlerde, büyük şehirlerde ve adalarda uygulanmazdı. Ayrıca Anadolu’daki Hıristiyan azınlık da devşirme kanununa tabiiydi. Çiftçi ailelerin 7-20 yaş arasındaki çocukları arasından seçim yapılırdı. Sağlıklı fakat eğitimsiz olmalarına dikkat edilirdi. Sistemden; tek çocuğu olan aileler ve Yahudiler muaf tutulurdu. Rumlar genelde muaf kaldılar çünkü çoğunlukla büyük şehirlerde ve adalarda yaşıyorlardı. Diğer muaf tutulan gruplar; madenciler ve hali hazırda yerel savunma ödevleri bulunan stratejik bölgelerde (sınır boyları, geçitler vs) yaşayan ailelerdi.

Bazı ailelerin çocuklarını bekleyen parlak kariyer için, çocuklarını gönüllü vermeleri hatta alınmayan çocuklarının alınması için rüşvet verdikleri kayıtlarda mevcuttur. Bu olay devşirme sistemini eleştirenler arasında halen şaşkınlık konusudur. Devşirme olarak alınan tek Müslüman tebaa olan Boşnak halkından alınan adaylar eğitim evresini atlayarak doğruca elit Bostancı birliklerine verilirlerdi.

Sultanın devşirme işleminin başlaması yönünde verdiği ferman ile, yayabaşı rütbesinde bir subay, yanında birkaç sürücü, bir sekreter ve üniformalarla belirlenen Hıristiyan bölgesine giderdi. Bölgede aranan şartlara uyan çocukların, vaftiz belgeleriyle beraber bir listesini bölge papazından temin ettikten sonra, iki ayrı liste çıkarılırdı. Bu listelerden teki bir sürücüye verilir ve bu sürücü çocukları İstanbul’a getirirdi. İçlerinden zeki olanlar “İç Oğlan” sıfatı ile Enderun Mektebinde özel bir eğitime tabi tutulurlardı ve geleceğin devlet adamları olarak yetiştirilirlerdi. Diğerleri ise “Acemi Oğlan” sıfatı ile eğitimlerinin ilk aşamasına başlamak üzere, yüksek kademeli kimselerin yanlarına yollanırdı. Çocukların seçimleri sırasında uzmanlar tarafından karakter testleri ve günümüz IQ testlerine denk testler uygulanırdı.

İç oğlanların eğitimleri Bursa, Edirne, Galata ve İstanbul’daki okullarda verilirdi. Burada kapı ağası gözetiminde 2-7 yıl arası çok sıkı disiplinle eğitime tabi tutulurlardı. İlk önce hocalar tarafından İslam üzerine eğitim alırlardı. Her çocuk yapısına ve karakterine uygun bir branşta uzmanlaştırılırdı. Bu branş; dini, askeri veya idari olabilirdi. Türk, Fars ve Arap edebiyatının yanı sıra, binicilik, mızrak kullanma, okçuluk, güreş, ağırlık kaldırma ve yetenekli olanlara müzik eğitimi verilirdi. Dürüstlük, sadakat, iyi ahlak ve kendini kontrol edebilme olguları her daim vurgulanırdı. Eğitimlerin sonunda “çıkma” adı altında bir seçme ve terfi süreci başlardı. En iyi olanlar derecelerine göre sarayın üst ve ast kademelerine, geri kalanlar ise kapıkulu süvari birliklerinde görevlendirilirdi.

İç oğlanların bu adeta şövalyevari eğitimlerine kıyasla, Acemi oğlanların eğitimleri ağırlıklı olarak askeriydi ve tamamen itaat üzerine kurulmuştu. Önce Türk oğlan adı altında Türk çiftçi ailelerin yanına çalışmaya verilirlerdi. Bu sırada İslam inancını ve temel Türk askeri sistemini öğrenir, bu alanda eğitilirlerdi. Yerlerine yerleştirilecek yeni adaylar geldiğinde Acemi ocağına gönderilirlerdi. Bazı Acemi oğlanlar eğitimlerini Paşaların konaklarında, Enderun Mektebi’ne benzer şekilde tamamlarlardı. En iyi Türk Oğlanlar, sıradan yeniçeri birlikleri yerine Bostancı ortalarına(taburlarına), Baltacı ortalarına veya denizci ortalarına gönderilirlerdi. Eğitimlerini tamamlayan yeniçeriler sınıflara ayrılırlardı. Cebeci(zırhçı), Topçu ve Top arabacısı sınıflarına girecek kadar kalifiye olmayan çoğunluk, yeniçeri piyadesi olurdu. Ayrıca bazı yeniçeriler, saray mutfağında veya tersanelerde de çalışırlardı.

Acemi oğlan eğitimleri sıkı disiplin içerisinde, kadınlardan izole edilmiş bir şekilde gerçekleşirdi. En son kapıya çıkma yani mezuniyet ve terfi töreni büyük bir dinsel hava içinde gerçekleştirilir ve yeniçeriler tek sıra halinde geçit töreni yaparlardı. Odabaşı önünde tek sıra halinde dururlardı. Burada kendilerine sertifikaları ve başlıları verilirdi. Akşam üzeri dualar okunur ve her asker dolamasını dolardı ve ocağın tam bir üyesi olurdu. Ayrıca yeni subayın elinin öpülmesi de adettendi. İlginçtir ki ocağa kabul edilen yeniçerilerin bir çoğu daha sonraları Hıristiyan aileleriyle görüşmüştür.

Osmanlının yükseliş döneminde yeniçeri askeri çok çeşitli silahlar kullanmıştı. İstanbul Okmeydanı bir eğitim arazisiydi. Burada atıcılık, okçuluk, mızrak atma ve kılıç kullanma eğitimi alırlardı. Bir Fransız gözlemcisi, askerlerin çok uzaktaki hedefleri, tek elleriyle tuttukları silahlarla vurduğunu anlatmıştır. Osmanlı’nın düşmanları, yeniçeri atıcılarının ay ışığında bile isabetli atışlar yaptıklarını kaydetmişlerdir. Osmanlı ateşli silahlarının isabet oranı ve menzili, 17 yy’da bile Avusturyalıları etkilemişti.

Sonraları ocağa asker alımı tamamen değişmişti. 1568’de eskiden ocakta bulunmuş yeniçerilerin çocukları da ocağa alınmaya başlamış, 1582’de devşirme veya köle olmayanlar da ocağa alınmaya başlanmıştı. 16 yy’daki adayların çoğunluğu eski yeniçerilerin çocuklarıydı. 1594’de ocak bütün Müslüman gönüllülere açıldı. Devşirme sistemi 1648’de fiilen durduruldu ancak 1703’de başarısız bir devşirme girişimi yapıldı. Sonraları ana asker kaynağını Kırım Tatarları oluşturmaya başladı. Bu da 1783’de Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesiyle sona erdi

Yeniçeri Ocağı’nın Teşkilatlanması

Osmanlı ordu teşkilatını genel olarak inceledikten sonra Yeniçeri Ocağı’nın kendi iç yapısını daha detaylı inceleyebiliriz. Yeniçeri Ocağı kendi içinde 3 bölüme ayrılırdı. Bunlar Cemaat ortaları(taburları), Sekban ve Ağa bölükleri idi.

Cemaat Ortaları: Ocağın ilk kurulan bölümüdür. Önceleri her yüz asker bir orta oluşturur, başlarında da yayabaşı denen komutanlar bulunurdu. Ortalardaki asker sayısı 17-18 yüzyıllarda artmışsa da, toplam orta sayısı 101 olarak kalmıştır. Bu ortalar diğer (Ağa ve Sekban) ortalarına göre imtiyazlı idiler. En önemli hudut kalelerine muhafız olarak bu ortalar gönderilirdi.

Bilinen Cemaat Ortaları şunlardır:

1) Kul kahyası tarafından komuta edilen Deveciler (Sultan da 1 Orta’ya bir asker olarak kayıtlıdır)
2) Deveci
3) Deveci
4) Deveci
14) Haseki (muhafız)
17) Çergiciler (Çadır dikiciler Bunların çadırları sefer sırasında sultanın çadırının karşısında bulunurdu)
28) Okçular
35) Sekban avcıları
60) Solaklar (İmparatorluk muhafızları)
61) Solaklar
62) Solaklar
63) Solaklar
64) Zağarcılar(Sultanın av birliklerindendir Mızraklı süvarilerden oluşur)
65) Zağarcılar
71) Samsuncular(Sultanın av birliklerindendir)
73) Turnacılar(Sultanın av birliklerindendir)
94) (Orta imamı tarafından kumanda edilirdi)
99) (Bektaşi şeyhi tarafından kumanda edilirdi)
101) (Beytülmalcı(yeniçeri hazinecisi) tarafından kumanda edilirdi)

Sekban Bölükleri: Fatih Sultan Mehmed’in 1451’deki Karaman seferi sırasında yeniçerilerin buyruklarına karşı çıkması üzerine kendine bağlı askerlerden oluşturduğu birlik olarak ortaya çıktı. Toplam 35 ortadan oluşan sekbanlar daha sonraları tek bir orta sayıldı ve Yeniçeri Ocağı’nın 65 ortası olarak adlandırıldı.

Bilinen Sekban Ortaları:

18) Katipler (Sekban bölükleri Yeniçeri Ocağına bağlanmadan önce katiplik yaptıkları için bu isimle adlandırılmışlardır)
20) Kahya Sekban Ortası diye bilinir
33) Avcılar(Avcubaşı tarafından kumanda edilirdi Karadeniz kıyılarına konuşlanmışlardır Boğaz girişinin güvenliğinden sorumlu oldukları sanılmaktadır)

Ağa Bölükleri: II Bayezid’in tahta çıkışı (1481)sırasında sekbanların ayaklanmaya kalkışması sonucunda kuruldu. Padişaha bağlı askerlerden oluşturulan ağa bölüklerinin sayısı 61 idi. Kanuni Sultan Süleyman döneminden (1520-1566) başlayarak padişahlar da birinci ağa bölüğünün askeri sayıldı.

Bilinen Ağa Bölüğü Ortaları:

5) Başçavuş tarafından idare edilirdi
19) Bekçiler (Günümüz askeri polisinin yaptığı görevi yapardı)
28) Muhzır Ağa tarafından idare edilirdi(Yeniçeri Ağası’nın muhafızları da bu ortadan seçilirdi)
32) Kahya Vekili tarafından idare edilirdi
54) Talimhaneci tarafından idare edilirdi
56) Haliç civarında konuşlanmış polis birliği

Yeniçeri Ocağı içerisinde 196 orta bulunmaktaydı. Bunun 101 tanesi Cemaat, 61 tanesi Ağa bölükleri ve 34 tanesi de Sekban bölüklerine bağlıydı.

Yeniçeri ortalarının amblemleri; 1-101 arası amblemler Cemaat Ortalarını, 2B-58B arasındakiler de Ağa bölüklerini ifade etmektedir.

Yeniçeri Ocağı’nın Rütbe Yapısı

Yeniçeri ocağının rütbe yapısı, modern orduların rütbe yapılarına göre oldukça karmaşıktır. Ocak bünyesindeki 196 ortanın hepsi Yeniçeri Ağası’na bağlıdır. Ayrıca Ağa, padişahın bulunmadığı durumlarda Başkomutan vekili olur.

Diğer Genelkurmay subaylarından Sekbanbaşı ve Kul Kahyasıdır. Bunların İkisi de Yeniçeri Ağa’sının yaveridir. Ayrıca İstanbul Ağası (İstanbul’daki tüm acemi oğlanların ve garnizonların komutanı), Ocak İmamı, Solakbaşı, Beytülmalcı (Yeniçeri Ocağı mali sorumlusu), Muhzır Ağa, Kahya Yaveri, Talimhanecibaşı, Azarbaşı(Hapishane ve ceza infaz sorumlusu) diğer Genelkurmay subayları arasındadırlar.

Rumeli Ağası, Anadolu Ağası ve Gelibolu Ağası bu bölgelerden devşirme çalışmaları yapmak ve bu bölgelerdeki ortaları yönetmekle görevlidirler. Ayrıca yeniçerilerin çocuklarını eğitmek üzere Kuloğlu Başçavuşu görevlendirilmiştir.

Ortaların kendi içindeki komuta yapısı Orta Asya geleneklerine göre düzenlenmiştir. Liderin adamlarını beslediği bir gelenekten gelen yeniçeri sisteminde orta içerisindeki rütbeler Çorbacı(albay) ile başlar. Ondan sonra Aşçı Usta gelir ve Aşçı Usta komutası altında 1 veya 2 tane daha Aşçı rütbesinde astsubay ve Başkarakullukçu(Başçavuş) bulunur. Orta içerisinde askeri terimi çağrıştıran tek rütbeye sahip olan kişi Bayraktar’dır. Orta sancağından sorumludur. Orta içerisinde yardımcı görevlerde bulunan diğer görevliler; Odabaşı(kışla sorumlusu), Vekilharç(levazımcı), Sakabaşı( su tedarikçisi) ve İmam’dır.

Bunların orta içerisindeki yetki sıraları tam bilinmemekle beraber, Sakabaşı en düşük rütbe olacak şekilde, Baş Karakullukçu, Aşçı Usta, İmam, Bayraktar, Vekilharç, Odabaşı ve en yüksek rütbe olarak Çorbacıbaşı şeklinde olduğu zannedilmektedir.

Rütbesiz askerler olan Yeniçeri “Nefer”i de kendi içinde 3 seviyeye ayrılır. Bunlardan en alt seviyedeki Eşkincilerdir Eşkinciler yeni askerlere verilen isimdir. Amelimanda, savaş görmüş gazilere verilen isimdir. Oturak ise en üst seviyedir. Oturaklardan sefere çıkmaları istenmez. Ayrıca ticaret yapmalarına da izin verilir.

Sancaklar ve Semboller

A, B ve C) At kuyruğundan yapılmış tuğ figürleri
D ve E) Alem figürleri
F ve G) Birlik sancağı
H) Birlik forsu
I) Savaş Sancağı
J) Eyalet Sancağı
K) Savaş Sancağı
L) Kumandan Sancağı

Yeniçeri Ocağı’nın kendine ait bir sancak ve sembol sistemi vardı. Avrupa ordularından tamamen farklıydı. Orhan Bey, Yeniçeri Ocağı kurulduğunda ocağa üzerinde hilal olan kırmızı bir sancak vermişti. İstanbul’un fethinden sonra ise bu sancağa bir yıldız eklenmiş ve modern Türk bayrağı ortaya çıkmıştır. Yeniçeri sancakları üzerinde güneş, yıldızlar, hançer gibi semboller veya Zülfikar gibi dini semboller bulunurdu. Tuğ ise en ayırt edici ve kutsal objeydi ve bunu taşıyan birlik normal ordudan 1 günlük mesafe önde ilerlerdi.

Ocağın sembolleri arasında belki de en çok göze batan “kazan” sembolüydü. Kazan her ortada bulunan ve yemeklerin piştiği kaptı. Yemek saatleri askerler kazanın etrafına toplanırlardı. Geçit törenlerinde ortalar kazanlarıyla beraber geçit töreni yaparlardı. Kazan taşınma törenlerinde tam bir sessizlik olurdu. Ayrıca savaşta ortaya ait kazan, bir geri çekilme noktası olarak da görev yapardı. Eğer bir orta kazanını kaybederse, subayları ve neferleri ile ayıplanırdı ve bu ortaya bir daha kazan taşıma törenine katılma izni verilmezdi.

Üniforma ve Silahlar

A-B) 16 yy Türk piyade zırhı
C) Osmanlı külah miğferli tam piyade zırhı
D) Kolluk
E) Omuz ve boyun muhafazası
F) Kıncal(Kafkas hançeri)
G) Şimşir
H) Yatağan
I) Türk eski tüfeği
J) Kafkasya çakmaklı tüfeği
K) Türk çakmaklı tüfeği
L) Türk çakmaklı tabanca
M) Arnavut çakmaklı tabanca
N) Kapsül haznesi
O) Barut kabı
P) Türk barut kabı
Q) Savaş Baltası
R) Tören baltası
S) Tırpan
T) Nacak
U) Bıçak
V) Arnavut hançeri

Yeniçeri kıyafetleri çoğunlukla yünlü giysilerdi. Kafalarına giydikleri börk ve üsküfler en dikkat çekici aksesuarlarıydı. Bu başlıkların ön tarafına küçük tahtadan bir kaşık iliştirilmişti. Bu, Yeniçeri Ocağı’nın yemekle ilgili sembollerinden biriydi. Subayların yelekleri genelde kürklü olurdu. Sarı çizme giyen subaylar ve ayrıcalıklı birlikler dışında, Yeniçeri askerleri kırmızı deriden çizmeler giyerlerdi. Kemerler ve kuşaklar rütbe sembolleriydi. Bostancı Ocağı’nın 9 rütbe seviyesinin hepsinin ayrı kuşak renkleri vardı. En yüksek seviye olan 1 seviye mavi, 2 beyaz, 3 sarı, 4 mavi ve beyaz, 5 beyaz kumaş, 6 beyaz ipek, 7 siyah kumaş, 8 ve 9 ise düz siyah kuşaklar giyerlerdi. Osmanlı ordusu silah ihtiyacının büyük kısmını Avrupa’dan alırdı. Her ne kadar Vatikan bu ticareti durdurmak istemişse de Protestan İngiltere ve Hollanda bu ticarete devam etmişlerdir. Osmanlı da karşılığında yüksek kaliteli silah namluları satmıştır.

Yeniçeriler barış zamanı silahsızlandırılırlardı. Sefer hazırlıklarında ise Cebehane’den(Silah deposu) istedikleri silahı alırlardı.

Osmanlı ordusunda başlarda kılıç kullanımı pek yaygın değildi. Daha çok mızrak çeşitleri kullanılıyordu. Ancak yine de Osmanlı kılıçları kendilerine hastılar. Genelde Pers ve İslam geleneğini yansıtan kılıçlar kullanılırdı. Avrupa ordularının aksine Osmanlı kılıçları düz değil hafif eğimliydi. Ancak acemi kılıcı denilen kılıçlar düz yapıdaydılar. Gaddar denilen kılıçlar geniş ve hafif eğimliydiler. Bunlar Pers kökenliydiler. Genelde Levendlerin kullandıkları yatağanların ve düz palaların kökenleri tam bilinmemektedir. Meç, batılı silahlardan esinlenilerek kullanılmıştır. Kesici değil delici bir silahtır. Sadece denizciler ve Macaristan’daki birlikler tarafından kullanılmıştır. Gürz, şepşer, koçbaşı ve teber de yine popüler silahlardandı. Osmanlı ordusu saplı silahlardan da kullanmıştı. Bunlardan en çok bilinenleri harba, tırpan, zıpkın ve balta idi. Bu silahların kullanımının Cenova ve Venedik kolonilerinden öğrenildiği düşünülmektedir ancak Osmanlının ürettiği saplı silahlar daha çok Rusların kullandıklarına benzer.

Yeniçeri ortaları genelde piyade okçularından oluşuyordu. ancak sonradan barutlu silahlarla silahlanmaya başladılar. Ancak ok ve yay her zaman ocak için önemli birer sembol olarak korundu. Yeniçerilerin tatar yayı(crossbow) kullanmış oldukları pek bilinmez. Ancak çanra adı altında bu silahın kullanılmış olduğu ortaya çıkmıştır. Yeniçerilerin barutlu silahları kullanmaları Batılıların dikkatini çeken şeydi. Her ne kadar başlarda Yeniçeriler bu pis silahların, temiz görünüşlerini bozduğunu düşünüp istememişlerse de Macaristan Seferi’nde bu silahların etkisini görmüş ve bu silahları kabullenmişlerdir.

Avrupa çakmaklı tüfekler kullanırken Osmanlı Ordusu bunları kullanmamıştır. Çünkü çakmaklı tüfekler doğunun tozlu savaş alanlarında hiç kullanışlı değildi. Kolay temizlenen çakmaklı tüfekler 17 yy’da ortaya çıkana kadar Osmanlı ordusu kendi eski tüfeklerini kullanmıştır. 1645-1669 Girit Seferi’nden sonra tabancalar da kullanılmaya başlanmıştır.

1770 yılında Baron de Tott isimli Macar asıllı Fransız, Osmanlı Ordusu’nu modernleştirmek için davet edilmişti. Beraberinde getirdiği “süngü”yü Yeniçerilere tanıttı. Ancak Yeniçeriler süngüyü kabullenemediler. Çünkü süngü, bireysel savaşan Yeniçeri savaşçısının aksine, mızrak gibi, daha organize ve birliktelik içinde savaşıldığı zaman kullanışlı oluyordu. Yeniçeriler bunu şöyle görmüş olabilirler: “savaşçı gibi değil de, robot gibi savaşmak”

Strateji ve Savaş Taktikleri

Osmanlı İmparatorluğu’nun erken dönem zaferlerinde süvari kuvvetinin büyük bir önemi vardı. Ancak Çanakkale üzerinden Trakya’ya yapılan seferlerde ve bundan sonraki operasyonlarda piyade gücü büyük rol oynadı. Osmanlı Ordusu kendine has çok başarılı bir stratejik planlama, hazırlık ve hareket sistemi geliştirmişti. Operasyonlar kış aylarında planlanıyordu ve Ağustos-Eylül döneminde icra ediliyorlardı. Askeri planlama heyeti eski askerlere ve operasyon kayıtlarına başvuruyorlardı. Operasyon öncesi harekat bölgesine yüksek miktarda erzak yığınağı yapılıyordu. Yeniçerilerin kendi yedek erzakları olan peksimetleri vardı. (Peksimet Osmanlı Ordusu tarafından 1.Dünya Savaşı’nın sonuna kadar kullanılacaktı.) Ayrıca seferde taze ekmek, pilav ve pastırma yiyorlardı. Aralık ayında sefer emri her yere gönderiliyordu. Avrupa’ya yapılacak seferlerde ordu Davutpaşa’da toplanıyordu. Asya’ya yapılacak seferlerde ise Üsküdar’da toplanılıyordu.

Sefer öncesi ayrıntılı planlamalar yapılıyordu. Sultanın altı at kuyruğu olan sancağı veya vezirin üç at kuyruğu olan sancağı Topkapı Sarayı’nın bahçesine dikiliyordu. Sonra da ordunun gelişini haber vermek üzere gönderiliyordu. Yol üzerindeki bozuk yollar ve köprüler onarılıyordu. Köprü olmayan yerlere ise yapay köprüler kuruluyordu. Yol olmayan yerlerde ise güzergahı belirlemek üzere taşlardan yol işaretleri yapılıyordu.

Ordu şafakta hareket ediyor ve öğle vakti belirlediği bir yere ordugah kuruyordu. Önden hafif süvari keşif birliği olarak ilerliyor, onu seçkin süvari birlikleri takip ediyor, onları da piyade ve istihkam birlikleri takip ediyordu. İlerleyen ordunun kanatlarını ise çok sayıda süvari koruyordu. Ayrıca geriden gelen ağırlıkları koruyan süvari birlikleri vardı. Ordugah da ise her Yeniçeri ortasının kendine ait üzerinde birlik amblemi bulunan büyük bir otağı vardı. Ama orta içerisindeki her takımın kendi uyudukları çadırları vardı. Kışın bu çadırların kurulması çok zor oluyordu. Donan toprağa kazık çakmak oldukça güçtü. Tecrübeli askerler acemilere donan toprağın kazık çakılacak yerini kaynar suyla nasıl eritileceğini öğretiyorlardı ve çadırlar kuruluyordu. Ancak sabah donan topraktan bu kazıkları sökmek çok büyük bir sorun oluyordu.

Kampta topluca sabah namazı kılındıktan sonra işaret topu atılırdı. Askerler sultana, kumandalara ve subaylara dua ederdi. Keşif kolları gönderilirdi. Mehter çalmaya başlar ve askerler mehtere savaş çığlıklarıyla eşlik ederlerdi. Bertrandon de la Broquiére 15 yy’da yeniçerilerin düşmanla çarpışmak üzere kamptan ayrılmalarını şöyle tasvir eder: “Hazır olduklarında, Hıristiyanların nereden geldiklerini ve nerede olduklarını öğrendiklerinde kampı çok hızlı bir şekilde ve öyle bir sessizlikte terk ederlerdi ki, yüz adet Hıristiyan askeri bin adet Türk’den daha çok gürültü çıkarırdı. Tek yaptıkları büyük bir davul çalmaktı. Gidecek olanlar öne çıkarlardı. Diğerleri ise sıraya geçerlerdi. Düzen asla bozulmazdı” 15 yy’da yeniçeriler, Hıristiyan ordularının aksine geri çekilirken düzenlerini bozmaz ve dağılmazlardı. Hıristiyanlar ise dağılır ve evlerinin yolunu tutmaya başlarlardı.

Osmanlı savaş taktikleri yıllar boyunca değişime uğradı. Ancak belli başlı özelliklerini hep muhafaza etti. 1389’da Karamanoğulları Beyliği’ne karşı Konya’da yapılan savaş, Yeniçerilerin katıldığı ilk büyük savaştı. Burada piyade merkeze yerleştirilmişken, kanatlara ve geriye süvariler yerleştirilmişti. 1402 yılındaki Ankara Savaşı’nda ise piyade daha defansif bir rol üstlenmiş ve bir kaç tepeyi tutmuştu. Bu savaş kaybedilmiş olsa da Yeniçeri ve Azap piyade okçuları kendilerini kanıtladılar. Kanatlarına süvari desteği gelene dek, Timur’un amansız süvari saldırılarını geri püskürttüler. 1444 yılındaki Varna Savaşı’nda ise Yeniçeri savunmasının sol kanadı tüfekli birliklerce tutulmuştu. Süvari, düşman kuvvetini azap piyadesinin üzerine çekmişti. Onlar da düşmanı topların ve yeniçerilerin menziline çekmeye çalışmıştı. Bu sırada süvari de kanatlara hücum yapmıştı.

Osmanlı Ordusu’nun hücumunda başlıca rol süvariye aitti. Süvari düşman hattını yarıyordu. Sonra yeniçeriler tüm toplarını ateşleyerek kama düzeninde kılıçlarıyla ve diğer silahlarıyla hücuma kalkıyorlardı. Arkalarında çalan Mehter ile daha da coşan Yeniçerilerin bu saldırıları genelde durdurulamıyordu. Bunda bir diğer önemli sebep de düşmanın bir piyade disiplinine sahip olmamasıydı. Bir diğer önemli nokta da Yeniçerilerin, tüfekleri ile batılı ordular gibi toplu halde yaylım ateşi açmayıp genelde bireysel vaziyette kullanmalarıydı. Elit hücum müfrezelerine Serdengeçtiler denirdi. Bunlar ortalama 100 kişiden oluşurdu.

Osmanlı Ordusu, at arabalarını birleştirerek savunma pozisyonları oluştururdu. Bu taktik Vahşi Batı’da uygulanan taktiğin aynısıydı. Bu pozisyonlar tekerlekli kaleler gibiydi. Ancak 17 yy’dan itibaren Avrupa topçularına karşı etkisiz kalmaya başladı.

Osmanlı Ordusu, kuşatma muharebelerinde ustaydı. En önemli iki kuşatma İstanbul’un 1453’deki fethi ve 1638’de yapılan başarısız Viyana Kuşatması idi. Osmanlı piyadesi, düşmanlarının anlattığı kadarıyla kuşatmalarda oldukça disiplinliydi. Çılgınca duvara hücum etmek yerine, merdivenler kullanıyorlardı. Bu sırada okçular ve tüfekçiler surlardaki savunmacıları oyalıyorlardı. Viyana Kuşatması, Osmanlı’nın kuşatma taktiklerinin doruk noktasıydı. Siperleri, Avrupalılarınkine göre daha derin ve daha genişti. Siperin iki ucunda tüfek bataryaları bulunuyordu. Hücumların başladığı toplanma noktaları vardı. Hücumlar gündüz ve gece yapılıyordu. Gece hücumlarında işaret fişeği kullanılıyordu ve 30-100 kişi arasında değişen bir Serdengeçti müfrezesi bazı görevler için gönderiliyordu. Bu müfrezeler 5 kişilik gruplara ayrılırdı. Bu gruplar; 1 adet kılıç kuşanmış yeniçeri, 1 humbaracı, 1 okçu ve 2 tüfekçiden oluşuyordu.

Türkler programından

Exit mobile version